Türklerin Gizli Örgütü...


Türklerin Gizli Örgütü - Kut Bilgeleri diğer adıyla 16'lar, 16 yıldız, Aksakallılar Kadim Türk Teşkilatı (Börü - Budun)

Bu teşkilatın varlığı bu güne kadar tam olarak doğrulanamadı, ama yalanlanamadı da! Bir çok tarihçi, sözde yazar bu teşkilatın kendisine bir efsane olarak bakıyor lakin tarihi belgeler ve kayıtlarda, en eski Türk teşkilatı, bir nevi Türk ''Derin Devleti'' emarelerini sıkça görmekteyiz...  Okumakta olduğunuz bu yazıyı çeşitli kaynaklardan alıntılar yaparak düzelterek sizlere sunuyorum. Bir çoğu dış kaynaklar olmasına karşın, benzer yazıları yarım yamalak veya yanlış şekilde bir çok yerde görmüşsünüzdür ama işin özü benzer iddiaları Amerikalı ve Rus tarihçilerinde doğrulaması. Bu teşkilat bugün hala aktif durumda mı? Faaliyet gösteriyor mu bilmiyorum lakin ülkenin ve Türk dünyasının geldiği durumu göz önüne alarak bir çok şey söylenebilir :) Keyifli okumalar...
Baybora Gökhan Tatlı

















Kut – Türk, Moğol ve Altay şamanizminde vardır.

Devlet idaresinde güç, yaratıcılık ve yetki bakımından sahip olunan üstün güç.

Kut ve kut geleneği uzun süre korunmuştur.Öyleki çok sonraları bile Kut karşımıza çıkmaktadır.Örneğin Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusunun adı Kutalmışoğlu Süleyman Şah’tır.Babasının adıda Kutalmış Şah‘tır.  Derlerki Kutluk Devletinin veziri Tonyukuk tıpkı Bilge Kağanı yetiştirdiği gibi bazı bilge kişiler yetiştirirmiş.Bunlara İlteriş kağan ve oğlu Bilge kağan gibi dağıldığı zaman Türk milletini birleşitrecek liderlik vasıflarını öğretirmiş.Yani yönetim sırları anlamına gelen Kut öğretisini aşılarmış onlara.Böylece kutu öğrenen ve sonraki kuşaklara öğretecek bir gurup oluşmuştur denebilir.

 Ey Türk ulusu! Kendine dön. Seni yükseltmiş Bilge Kağanı’na, özgür ve bağımsız ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün. Ulusun adı, sanı yok olmasın diye, Türk ulusu için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım… » (Bilge Kağan yazıtından)

Bulmak isteyen mutlaka aramalıdır.

İsa’ya maledilen bir söz şöyle der:Bilinmeyecek olan ve açığa çıkarılamayacak olan gizli saklı hiç bir şey yoktur.(LUKA 8/17 İNCİL)Kamuoyunda İHTİYARLAR adıyla bilinmeye başlayan ve varlığını uzun yüzyıllardır devam ettiren gizli bir elit Türk örgütü varmıdır yokmudur kısmını açığa çıkarmaya çalışalım.

Eğer İncildeki sözün birazcık doğruluk payı varsa ve gerçektende böyle bir gizli örgüt varsa;detaylarına tam vakıf olamasakta en azından var olduğunu ortaya çıkarabiliriz.

Bunu yaparkende soruları kullanmalıyız.Çünkü cevapları kendilerini buldurmak için soruları kullanırlar sözü oldukça doğru bir sözdür.

Türkler Teşkilatı Mahsusa gibi bir gizli örgüt kurmuşlarsa,bundan daha eski bir örgütü kurmuş olmaları neden imkansız olsun?

Türkler Encümöeni Daniş gibi örgütler kurmuşlarsa, daha eski ve daha köklü bir örgütü de kurmuş olmaları neden imkansız olsun?

KUT NEDİR VE BÖYLE BİR ÖRGÜT KUTTAN BAĞIMSIZ OLABİLİR Mİ? 
Türk devlet geleneğinde ülkeyi yönetme yetkisinin hükümdarlara, Tanrı tarafından verildiği inancına “kut” denir.

Bu güç Tanrı’dan kaynaklanır. Tanrı bu gücü geri çekerse kağanlar tahtı ve yaşamlarını yitirirler. Padişahların ve soylarının kanı kutlu sayıldığından, hanedandan birisi idam edileceği zaman boynu kılıçla vurulmaz, yay kirişiyle boğularak öldürülür.

Başarılı olmayan, sorunları çözemeyen kağan Tanrı tarafından kendine verilmiş olan “kutu” kaybetmiş sayılır. “Kutu” alınmış olan kağanının Türk Milletini yönetme hakkı yoktur. Kağanın almış olduğu “kut”, onun sezebilme, hissedebilme, anlayabilme, kavrayabilme ve toplumu yönetebilme yeteneğini canlı tutar. “Kut”un hakkını vermenin temel ölçüsü ise kağanın “bilgeliğidir”.

Türk yönetim tarihinde kağan ve hükümdarlarının kullandığı ad ve unvanları kut anlayışı ile bağlantıları bakımından önemlidir. Meselâ, Türk tarihinin önemli liderlerinden Mete’nin unvanları; “Tanrı-kut” ve “İdi-kut”; Göktürk kağanının unvanı ise “Kutlug Beg”dir.

Eğer gizli bir Türk teşkilatı varsa devlet yönetimiyle mutlaka ilgili olacaktır.Ve devlet yönetimide kuttan bağımsız olamayacaktır.

Eski Türk inancı devlet yönetimiyle çok fazla ilgilenmektedir.Ve devlet yönetimini direk kut kavramıyla ilgili görmektedir.Kut önemsenmeli ve korunmalıdır eski Türk inancında.O halde bir örgüt kurulacaksa kutu korumak ve devam ettirmek amacıyla çok bağlantılı olacaktır.

Göktürk devletinin kurucuları olan ASHENA ailesine Kutluğun verildiğine inanılırdı.

(Asena Türk mitolojisinde dişi bir kurt adıdır. O “tamamen şaman simgesi” olup, bir Göktürk milli söylencesiyle birleştirilir.. Göktürkler ve diğer Türk göçebe imparatorluklarını kurucusu ve yönetenleri, Aşina sülalesindendir)

2.Göktürk devletinin kurucusu olan ve Bilge Kağanın babası olan İlteriş Kağanın asıl adı Ashina Kutluk‘tur.Kutluk kağan Ashina ailesinin başı ve 2.Göktürk devletinin yani Kutluk devletinin kurucusudur.

Çin hâkimiyetine girerek istiklâlini kaybetmiş olan, Çinlilerin egemenliğindeki Türkleri M.S. 682 yılında tekrar birleştirerek tek bayrak altında topladığı için kendisine “İlteriş” adı verilmiştir.Böylece adı İlteriş Kutlug Kağan olmuştur.

Vezir Tonyukuk ve Bilge kağanın törenin korunması ve Türk milletinin asimile olmadan devam edebilmesi için tedbirler aldıkları zaten bilinen bir gerçektir.Bunun için Orhun Kitabelerini de onlar dikmişlerdir.

Ve sadece yazıt dikmekle yetinmemiş gibiler.Bunun işaretini de o yazıtlarda görebiliriz zaten;

« Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir? Görüldüğü gibi Türkün asimile olmaması için,Türk ilinin ve töresinin bozulmaması için gece gündüz yatmayan ve bu konuda öğretici tedbirler almayı bilen kişilerdi eski atalar.

Bu atalar bu geleneği sürdürecek yetenekli kişiler yetiştirme işini boş veremezlerdi.Vezir Tonyukuk Türklüğün asimile edilmemesi konusunda özellikle hassastı:Öyleki yerleşik hayata geçmeyi bile kabullenmedi.Bunun Türkleri ve Türk özelliklerini baltalayacağını düşündü.

Bilge Kağan’ın en büyük hayali, milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama vezir Tonyukuk buna karşı çıkarak: “Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildirler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin’e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz” dedi.Asimile olmamak için Budizme geçişi o engelledi:

Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm’i yayma gayretinde bulundu. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm’in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa, bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi. Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk’un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları uygulamadı.Görünen oki Türklüğün asimile edilmemesi ve Kut’un korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmasına odaklanmıştı eski atalar.O halde kurulacak bir köklü teşkilatta bu işle meşgul olacaktır.

Kutun yüzyıllarca devam ettiği ve Türklüğü asimile edici unsurlarla hep savaşıldığını görmek böyle bir etkili teşkilatın var olduğuna işaret etmektedir.

Kut Göktürklerden Uygurlara geçti.Kutluk Kül Kağan sayesinde.Sonrada Uygurlardan Moğollara geçti.Cengiz Han açıkça Kut inancını belirtmiştir ve Şaman olarak kalmış olan Uygurları özenle korumuştur.Moğollar Uygurca yazıyı kullanırlardı ve devletin bürokrasisi Uygurlardan oluşmaktaydı.

Cengiz Han Türk ve Moğol kabilelerini birleştirerek İlteriş rolü oynamıştır.İslamın tamamen yayılmasına engel olmuştur.Şamanlığın ve Göktanrı inancının yok olmasını engelleyip İslami yayılışı frenlemiştir.Sonra soyundan gelen Hülagü aynı işi yapmıştır.

Bu Araplaşmayı yani asimilasyonu durdurmuştur.Çünkü İslam Araplaştırıcıdır. İslamın gelişiyle Atilla,Aybars,Teoman gibi isimler kalkmış yerine Ahmet,Muhammed,Abdullah gibi Arap isimleri yaygınlık kazanmıştır.Orta Asyalılar sakal ve sarıklarla Ortadoğulu tiplere dönüşmeye başlamışlardır.

Cengizhan ve soyundan gelenler Selçuklunun ve Harzemşahların Türk milletini Araplaştırma işine son vermişlerdir.Bu iki devleti yok etmişlerdir.Bağdatı yakıp Abbasi halifesini yok etmişlerdir.

Yıldırım Beyazıt Türk etkilerini azaltıp milleti Araplaştıracak adımlar atınca Timuru üstüne salıp cezalandıranında bu gizli Türk Teşkilatı(Kut Bilgeleri) olduğu söylenir.Zira babası Yıldırım Beyazıta şöyle demiştir:Oğlum biz bu milletin başı değil başındaki sarığız.Atatürk te bu teşkilatın yetiştirdiği ve görevlendirdiği birine benzemektedir.Atatürk demek Ataları gibi Türk olan anlamına gelir.Yani İslam öncesi ataları gibi olan Türk.Araplaşmamış Türk.

Dikkat edilirse Atatürk Osmanlıcanın tasfiye edilip Türkçenin resmi dil yapılmasını sağladı.Hilafete ve ümmetçiliğe son verip Türkçülüğe yöneldi.Bozkurta aşırı ilgisi vardı.Ne Mutlu Türküm Diyene sözünü söyledi.Osmanlıda olmayacak şeylerdi bunlar.

Türkün Türk esaslarına dayalı bir devletinin olması gerektiğini söyledi ve o devleti kurdu.Tıpkı İlteriş kağan ve Bilge kağan gibi dağınık Türk milletini yeniden toparlayığ teşkilatlandırdı.

Gençliğe Hitabe ile Orhun Yazıtları arasında müthiş bir benzerlik vardır zaten.İkiside özellikle Türk varlığının ve Türk özgürlüğünün korunmasını ön plana alırlar.

Atatürk üçüncü ordu müfettişliğinden ve bütün resmi görevlerinden istifa ettiği halde;gittiği her yerde bütün devlet memuru kadroları tarafından karşılanıp destekleniyordu.Neden ve nasıl oluyordu bu?O devirde medya yokken ve iletişim çok azken bu nasıl oluyordu?Görünen oki ülkenin her yanındaki bürokratlara hakim olan bir görünmez kadro vardır ve bu kadro Atatürkün önünü açıp yardım edin diye her yana etki etmiştir.

Ve son olarak şunu söylemeliyimki,böyle bir teşkilatın var olduğunu,varlığının Göktürklere ve özellikle vezir Tonyukuka dayandığını bana bir subay söyledi.Adının Kut Bilgeleri olduğunuda o söyledi.Tabii kendisine hemen inanmadım.Ama ortada bazı işaretler var ve bu işaretler böyle bir teşkilatın var olabileceğini söylüyorlar.

Türkler 57 devlet ve 16 imparatorluk kurmuşlar bu güne kadar.Yani hiç devletsiz kalmamışlar.Buda ancak böyle gizli ve iyi teşkilatlanmış bir örgüt yapısının varlığıyla mümkün olabilirdi.Tesadüfen olacak gibi değildir bu durum.Etkisiz ve yeteneksiz teşkilatlarda gerçekleşemezdi bu durum.

Atatürk’ün Kadim Türk Teşkilatı İle Gizli Buluşması



Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid Han 1905 senesinde Askeri akademiyi bitiren yüzbaşılara diplomalarını vermek üzere İstanbul Harp Akademisinde ki mezuniyet törenine katıldı. Akademi bahçesine tahtın kurulmasının ardından ismi okunan öğrenciler bizzat padişah-ı şahanelerinin ellerinden diplomalarını almaya başladılar. Sultanın elinden diploma alanlardan bir tanesi de genç yüzbaşı Mustafa Kemal’di. Koca sultan bu genç yüzbaşıya diplomasını takdis ederken bir anda gözlerinin içerisine baktı ve dudaklarından şu sözler döküldü. “Demek geldin.” Atatürk bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Pek çok kişiye danıştıysa da bu sözün anlamını uzun yıllar öğrenemeyecekti. Ta ki Saltanatı kaldırıp Cumhuriyeti ilan edene kadar. Cumhuriyetimizin kurucu Mustafa Kemal Atatürk’e dair bildiğimiz pek çok bilgiyi yakınında bulunan kişilerden ve silah arkadaşlarının hatıratlarından biliyoruz. Şüphesiz ki bu kişilerin en önde gelenleri Salih Bozok ve Kılıç Ali’dir. Ne yazık ki bu kişilerin yazdıkları hatıratlar bizzat Atatürk’ün kurduğu Türk tarih kurumu tarafından sansürlenmiş ve bazı bölümleri içeriklerden çıkartılmıştır. Üstelik bu sansürlenen bilgiler o kadar fazladır ki bir araya toplansa müstakil bir kitap dahi çıkar ve Atatürk hakkında henüz hiç duyulmamış son derece değişik bilgileri barındırmaktadırlar. Salih Bozok’un kapsamlı Kılıç Ali’ninse olaya daha az müdahil olduğu için kısmen daha kapsamsız bir hatıratı var ki son derece ilginç. 1936 senesi kış aylarında Çankaya köşkünde Gazi bir gün Salih Bozok’u yanına çağırır ve kendisine her hangibi birinin iletilmesini istediği bir mesaj veya evrak olursa direkt getirilmesini emreder. Salih Bozok bu emire pek bir anlam veremese de kapıda ki nöbetçilere kadar herkesin tembihler. Gazi paşa sık sık Bozok’a bırakılan bir şey olup olmadığını sormakta ve her defasında olumsuz cevap alınca da yüzü asılmaktadır. İlk bahar da Atatürk ve mahiyeti İstanbul’a gelerek Dolmabahçe sarayına yerleşmiştir. Buradan sonrasını Salih Bozok şöyle yazmıştır. Paşa’nın sıkı talimatı üzerine sarayda daimi ve harici çalışan herkesi sıkı sıkıya paşaya iletilecek bir mesaj olursa hemen bana ulaştırmaları konusunda sıkı sıkıya tembihlemiştim. Pek çok çalışan halktan mektupları ve talepleri tomar tomar bana ulaştırıyordu bu mektupların içeriğindeyse genel olarak maddi durumu kötü olan vatandaşların iş aş istekleri oluyordu. Bir gece sabaha karşı kapıda nöbet tutan askerlerden bir tanesi odamın kapısını çaldı. Bir dilencinin paşaya verilmek üzere bir zarf bıraktığını söyledi. Zarfı alıp baktım üzerinde kurt başı şeklinde bir mühür vardı. Vakit çok geç olduğundan Atatürk’ü rahatsız etmek istemedim.

Ertesi gün genç öğretmenler Atayı ziyarete gelmişti. Paşa’nın kulağına ona bir dilencinin zarf bıraktığını söyledim. Sessiz olmamı işaret ederek koridora gitmemi istedi. Kendisine öğretmenlerden kibarca izin isteyerek derhal yanıma geldi. Birlikte Atatürk’ün çalışma odasına yürümeye başladık. Yolda bana zarfı kimin ne zaman getirdiğini sordu bende anlattım. Paşa hiddetlenerek niçin gelir gelmez bana ulaştırmadınız diye çıkıştı. Çalışma odasına vardığımız da zarfı açmamı emir buyurdu yavaşça mührü sökerek zarfı açtım içerisinde bir takım semboller olan bir kağıt vardı. Paşa ne yazıyor diye sordu. Okuyamadığımı söyledim. Kağıdı benden alıp çalışma masasına oturdu bir başka kağıda bazı matematik işlemleri yapmaya başladı ardından odadan çıkmamı emretti. Birkaç saat odasından çıkmadı sonra beni tekrar huzuruna çağırttı. Başka bir kağıt uzattı. Kağıtta kaba taslak çizilmiş ancak ince detayları yazı ile belirtilmiş bir pelerin vardı. Bu pelerini acilen yaptırmamı ve bizzat alakadar olmamı söyledi. Bu tamamen siyah parlak ipek manşetli bir pelerindi. Önümüz yaz paşam kışa çok zaman var. Diyebildim. Paşaysa mevsimleri boş ver Salih sen dediğimi yap diye gürledi. Bir süre sonra pelerin hazırlandı ve kendisine teslim ettim. 1.5 Ay kadar sonra Gazi paşanın isteğiyle Florya köşküne gittik. Florya Deniz Köşkü, İstanbul Belediyesi tarafından yaptırılmış ve Osmanlı döneminde Atatürk’e armağan edilmiştir. Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı olan Atatürk, bölgeye son derece fazla ilgi duymakta ve sıklıkla ziyaret etmekteydi. Atatürk burada gündüzleri halkla beraber yüzer sandala biner geceleri de meşhur sofralarını kurup misafirlerine ziyafetler verirdi. 1936 senesinin kavurucu Ağustos ayında paşa çok neşelidir. Başyaver Celal Üner yıllar sonra o günü şöyle anlatacaktır. Paşa sabah erken uyandı. köşkte çalışanlara ve bana sık sık takılıp şakalar yapıyor, kahkahalar atıyordu. Paşa yerli yersiz bir heyecan yaşıyordu. Bu gün için bir kaç ay evvelinden özel olarak hiç bir program veya toplantı yapılmamış gün tamamen boş bırakılmıştı. Herkes bugün ne olacağını merak ediyor, çalışanlar arasında aylardır türlü dedikodular dönüyordu. Bazıları çok önemli bir devlet adamının paşayı ziyaret edeceğini anlatırken. Bazıları da yeni bir milli bayram ilan edileceğinden bahsediyordu. Koskoca Reis-i cumhur gitmiş yerine adeta haşere bir çocuk gelmişti köşke. Akşam olduğunda gazi paşa yemekte rakı istemedi ve adeti olmadığı halde erkenden odasında istirahate çekildi. Koca gün boyunca hiç bir şey olmamıştı ve kimse bu duruma bir anlam veremiyordu. Olayın devamını Salih Bozok şu şekilde nakleder; Gece 03:00 sularında uyuduğum esnada paşanın omuzumu tutarak uyan Salih diye diye fısıldadığını işittim. Çok şaşırmıştım. Daha evvel gazi paşa benim odama hiç bu şekilde gelmemişti. Benden kimseye haber vermememi sadece güvendiğim birkaç kişiyi alarak arabasını hazırlamamı ufak bir gezintiye çıkacağımızı söyledi. Bende Ali ve Celal’i uyandırdım. 3 Tane nöbetçi alarak paşayı kapıda beklemeye başladık. Atatürk’ün aracını celal sürüyordu yanında ben oturuyordum diğer araçta ise Ali ve 3 tane nöbetçi vardı. Az sonra paşa köşkün kapısında elinde askıya asılmış Siyah pelerinle belirdi.
Pelerin buruşmasın diye özel olarak iltimas gösteriyordu.  Arabaya bindikten sonra Dolmabahçe’ye doğru gitmemizi istedi. Paşa yol boyu tek kelime etmedi gergin ve düşünceliydi neler olduğuna bir anlam veremiyorduk. Dolmabahçe’ye yaklaştığımız da Rumeli hisarına doğru devam edin diye direktif verdi. Bir müddet daha gittikten sonra hisara birkaç kilometre uzaklıkta ki ormanlık alanda durmamızı emretti. Tam kapısını açmak için araçtan iniyordum ki eliyle omuzumu tuttu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra alçak bir sesle “Padişah Abdülhamid’de vakti zamanında buraya gelmişti.” Dedi ve yine bir süre sustu. Sonrada “Cihanı kim yönetiyor Salih?” diye sordu. Bunun siyasal bir soru olduğunu düşündüm pek anlayamadım. Arkamı dönerek “İngilizler mi paşam?” diye karşılık verdim. Hafifçe gülümseyerek “hayır Salih dünyayı devletler yönetmez. Eski çağlardan beri cemiyetler yönetir.” Dedi. Daha sonra kapısını kendisi açarak elinde peleriniyle araçtan indi, benim oturduğum ön koltuğun kapısını açmayayım diye tutarmışçasına sıkıca tutuyordu. Kesin bir dille kimsenin kendisini takip etmemesini emretti Ve Arkasını dönerek koluna astığı peleriniyle hisara doğru ormana girdi. Arka araçtan yetişen Ali’ye durumu anlattım içine sinmeyerek Nöbetçileri paşanın arkasından gizlice takip etmeleri için gönderdi. 20 Dakika kadar sonra nöbetçiler döndüğünde yüzleri bembeyazdı. Başta Paşayı uzaktan takip etmeye başladıklarını bir süre sonra paşanın gözden kaybolduğunu ve aniden arkalarında belirerek kesin bir emirle geri dönmelerini sert ve sinirli bir şekilde söyleyip nöbetçileri göndermişti. Paşa belli ki Ali’nin tepkisini önceden hesap etmiş ve olasılıkları değerlendirmiş ardından da cephede ki uzmanlığı sayesinde takip edildiğini fark ederek, Askeri bir taktikle nöbetçilerin arkasından dolanmış ve onları gafil avlamıştı. Biz merak içerisinde beklerken 2 saat kadar sonra paşa yine gittiği yoldan geri döndü kapısını açtım. Araca bindikten sonra “Florya’ya dönelim Salih.” Dedi. Rahatlamış görünüyordu. Köşke geri dönünce paşa kahvaltı yaparak tekrar odasına çekildi. Bu sıra dışı hatıratın ardından geriye pek çok soru işareti kalıyor. Bazı yorumcular Atatürk’ün burada gizli bir Türk teşkilatı ile toplantı yaptığını söylüyor, bazılarıysa Atatürk’ün ezoterik bir cemiyete üye olduğunu ve bu tarz başkaca toplantılara da katıldığını öne sürüyor. Bense bu hatıratı okuduktan sonra tam olarak olayı bilmediğim için bir yorum yapmayı farazi buldum. Aklımaysa şu sorular geldi;

* Atatürk’e iletilen bu zarf belli ki matematiksel kombinasyonlara dayanan şifreler barındıran bir not içeriyordu. Atatürk bu şifreleri çözmeyi nereden biliyordu?

* Yaz ortasında bu koca Siyah pelerin ne için gerekliydi? Acaba bu yapılacak olan toplantı için özel bir üniformamıydı?

* Malumunuz olacağı üzere günümüzde siyasiler sıradan halkın arasına girerken yahut ibadet etmek için camiye giderken dahi yüzlerce koruma kendilerine eşlik ediyor. Atatürk gizli bir teşkilatla toplantı yaptıysa yanlarına giderken korumalarını neden geride bırakmıştı? Bu insanlara nasıl oluyordu da bu kadar çok güvenebiliyordu?

* Rumeli hisarının o dönem ki durumunu biraz araştırdım. Hisar o zamanlar oldukça ormanlık bir alanda doğru düzgün yolu dahi olmayan atıl durumda tenha bir bölgeymiş. Abdülhamid han gibi bir Osmanlı padişahının ve Mustafa Kemal Atatürk gibi cumhuriyetin kurucusu olan Türk tarihinde ki iki önemli ismin burada işi neydi?
*Gizli bir görüşme gerçekleştirildiyse bu görüşme için neden orası seçilmişti? Ve bu görüşme Rumeli hisarında mı gerçekleşmişti? Yoksa Atatürk hedef saptırmak için hisara dikkat çekmişti de yine o bölgede olan bir başka gizli yapıya mı gitmişti?

Baybora Gökhan Tatlı tarafından çeşitli kaynaklardan derlenmiştir...

Отправить комментарий

[facebook][blogger]

Author Name

Форма для связи

Имя

Электронная почта *

Сообщение *

Автор изображений для темы: enjoynz. Технологии Blogger.